Balkan Rüyası

26.09.2009 tarihinde yazılmıştır


Yeniden Selam Olsun…

Bu bayramda da Balkanlardaydım, sırasıyla Saraybosna, Mostar, Dubrovnik ve Karadağ memleketlerini dolaştım 5 günde. Bayramlarda kültür gezilerine çıkmayı, döndükten sonrada bunları sizinle paylaşmayı adet edindim kendime. İnşallah devamını getirebilirim.

Saraybosna muhteşem doğal güzelliğin içerisinde bulunan acılar diyarı resmen. Ali Güven’in din hocamız olduğu yıllarda başlayıp tam 1200 gün boyunca Sırp kuşatması altında kalmış şehir. Şehre girişler bir metre dahi boşluk bırakılmayacak şekilde tutulmuş Sırplar tarafından ve sürekli ateş altında yaşamışlar. Genellikle ateşler hep gece 03:00’den sonra yapılırmış insanları uykusuz bırakıp iyice bitkin düşürmek için. Bir tane dahi hasar görmemiş bina kalmamış şehirde. Savaşın üzerinden 14 sene geçmesine rağmen parasızlıktan hala birçok bina delik deşik ve harap halde. 1200 gün süren bu kuşatmayı 800 metre uzunluğundaki bir tünelle aşmışlar. Evi havaalanına çok yakın olan Hırvat asıllı bir Boşnak sayesinde bugün Bosna Hersek diye bir ülke var. Bu evin bahçesinden BM kontrolünde bulunan havaalanına kazılmış olan ve bugün kendi çapında bir müze olarak halka açık olan bu tünel sayesinde ülkeye savaş zamanı gönderilmiş yardımları ulaştırabilmişler iç kesimlere. Ve söylenene göre bugün ki Bosna Hersek sınırlarını ve iç siyasi yapılarını belirleyen Dayton antlaşmasını 10 gün daha geç imzalayabilseler, yani savaşa 10 gün daha devam edebilselermiş bu antlaşmada kabul ettikleri bazı çok kritik maddeleri kabul etmeleri gerekmeyecekmiş. Rahatlıkla 10 gün daha savaşıp kazanabilecek durumda olmalarına rağmen bu durum babaların işine gelmediği için başta Amerika ve diğer devletler tarafından engellenmiş. Amerika savaşa devam ederseniz Saraybosnayı vururum demiş ve antlaşmaya zorlanmışlar. Bosna Hersek şu an 10 kantondan oluşuyor. Her kanton o bölgede yaşayan etnik kimlikten seçilmiş bir başkanla yönetiliyor. Yani o bölgede Sırplar yaşıyorsa Sırp, Hırvatsa Hırvat, Boşnaksa Boşnak başkan. Tüm bu kantonların üzerinde de devlet başkanlığı var ve ülkedeki etnik çekişmeden ötürü her etnik kimlikten bir başkan her altı ayda bir dönüşümlü başkanlık yapıyor. Aralarında inanılmaz bir rekabet ve düşmanlık olduğu içinde her gelen bir öncekinin altı aydır yaptığını sil baştan değiştiriyor ve ülke bir milim yol alamıyor. Savaşın üzerinden 14 yıl geçmiş olmasına rağmen birçok bölgenin içler acısı durumda olmasının en önemli nedeni bu. Demokratik açılım rüzgârlarının estiği şu günlerde etnik temelli hareketlerin ülkeleri nerelere sürüklediğinin en yakın örneği Bosna Hersek.

Bunlar işin tatsız ve insanı hüzünlendiren yanları ama her şey bu kadar karamsar değil elbet. Harika insanları var, çok sıcak ve samimiler, hele birde Türk olduğunuzu öğrendiklerinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar, tabi Boşnaklar ve Hırvatlar. Sırplar değil. Saraybosna’nın içinde Başçarşı diye bir yer var. Bizim kapalı çarşının açığını düşünün. Çok güzel bir yer, Osmanlıdan kalma bir bölge. Çeşmeler, medreseler, camiler ne arasanız var. Akşam yemeğini yediğimiz eski Galatasaraylı meşhur futbolcu Tarik Hocic’in Kebap lokantasında burada. Yiyeceklere ayrıca değineceğim o nedenle geçiyorum şimdilik. Başçarşıdan 300 – 400 metre ilerliyorsunuz ve karşınıza bambaşka bir manzara çıkıyor. Sanki sınırla çizilmiş gibi birden kendinizi bir Almanya yada İsviçre şehrinde sanıyorsunuz. Kiliseler, katedraller, binaların mimarisi ona göre değişiyor.

Sonrasında ver elini Mostar. Mostar şehrinde büyük acılara sahne olmuş çok güzel bir şehir. Şehir Neretva Nehir’inin iki yakasına kurulmuş. Mimar Sinan’ın çırağı Mimar Hayrettin tarafından yapılmış olan Mostar Köprüsü bu iki yakayı birleştiriyor. Köprüyü hepimiz Sırplar yıktı diye bilirdik ancak öğrendim ki Sırplar ortalamış Hırvatlar gol vuruşunu yapmış. Bir yıl süren Hırvat Boşnak savaşında biri nehrin bir yakasında diğeri diğer yakasında kümelenmiş ve birbirlerini ateşe tutmuşlar. Bir yıl süren savaştan sonra bakmışlar ki iki tarafında esas düşman Sırplar, bu sefer iki ordu birleşip Sırbistan-Karadağ ordusuna karşı savaşmışlar. Şimdi de kardeş kardeş yaşıyorlar.

Mostar harika bir şehir, eski şehir büyük ölçüde korunmuş, savaşta hasar gören tüm binalar restore edilmiş. Tabi  başta Mostar köprüsü. Unesco’nun denetiminde 11 ülkenin katılımı ile restore edilmiş köprü. En büyük yardımı 1 milyon dolar ile Türkiye yapmış. Yıkılan taş bloklar Macar dalgıçlar tarafından çıkartılmış ve orijinallerine uygun olarak yeniden yapılmış. Yıkılmadan evvel köprünün taş blokları geçme olarak bilinirmiş, ancak çıkarılan bloklardan anlaşılmış ki Mimar Hayrettin bloklar arasına kurşun eritip döktürmüş. Zamanında bu köprüden Mostar’lı gençler sevgililerine aşklarının ne büyük olduğunu ilan etmek için suya atlarlarmış. Bugün bazı gençler halen atlıyor büyük bir aşkla, ama paraya. Hemen bir şapka çıkarıyorlar, herkes 2-3 Euro atıyor, 40-50 Euro’yu toplayınca atlıyorlar suya.

Mostar’dan sonra Hırvatistan’ın harika bir tatil şehri olan Dubrovnik’e gittik. Zamanında Dubrovnik çağın çok önemli bir ticaret şehriymiş. Osmanlı zamanında burayı iki kere kuşatmış ancak Dubrovniklilerin Osmanlı ile ikili ilişkileri iyi ve birazda çakal olduklarından hep işi bağlamışlar ve Osmanlı almamış şehri. Ama senelik 12500 duka altınlarını almış, vergiye bağlamışlar şehri. Hatta eski şehrin içerisinde eski hazine binası bulunuyor, şehrin Osmanlıya vergi ile bağlandığına dair bir Osmanlı kavuğu bugün halen duruyor binanın tepesinde. Bunu hala tutuyor olmaları bana ilginç geldi doğrusu. Dubrovnikle ilgili söylenebilecek iki şey var; birincisi eski şehir mutlaka görülmeli, aynen duruyor. Yani birisi o zamandan, 300 – 400 sene öncesinden kalksa gelse evini aynen yerinde bulur, tıpkı İstanbul’da ki gibi!

İkinci ve en önemli şeyde denizi. Resimlerini ayrıca gönderirim ancak özetlemek için şöyle diyebilirim Hillside Fethiye’nin bulunduğu koyu düşünün, harika bir deniz arkası çam ormanları, işte bütün Dalmaçya sahilleri neredeyse o şekilde. Tertemiz, pırıl pırıl, benim sevdiğim gibi serin bir deniz. Deniz diyince şimdi aklıma geldi meşhur olan bir şey daha var Dubronikle ilgili daha doğrusu Hırvatistanla ilgili, o da çıplaklar plajı 🙂 Lokrum adası diye bir yer var, bizim adalardan çok daha yakın bir mesafede Dubrovnik’e onun diğer tarafı çıplaklar plajıymış ve Hırvatistanda neredeyse her yerde bulunuyormuş. Hani bir gün niyeti bozarsanız haberiniz olsun 🙂

Bosna Hersek’te Hocic’in de lokantasında yediğimiz onların Cevapcici dediği şey bizim bildiğimiz köfte. Ancak etinden midir sütünden midir böyle bir lezzet yok gerçekten. Özellikle kaymakla servis ediyorlar yada kaymağı ekstra olarak satıyorlar ama muhteşem bir lezzet katıyor köfteye. Bir başka olayda kahveleri. Türk kahvesi gibi sunum filan aynı cezvelerde yanında lokumla servis ediyorlar. Ancak yapılışı farklı, kahveyi bir iki kaşık cezveye koyuyorlar, 4-5 saniye yükse ateşte tutup cezveyi, kahveyi yakıyorlar, sonra üzerine sıcak suyu döküp servis ediyorlar. Hiçte fena olmuyor. Dubrovnik içinde tabi ki tavsiye edilebilecek olan tek şey deniz ürünleri. Balıkları biraz garip ama kalamar, karides cinsi şeyler çok lezzetli.